2022 Sosyal Demokrasi Sempozyumu gerçekleştirildi

Sosyal Demokrasi Derneği, (SDD) Friedrich Ebert Stiftung (FES) Türkiye Temsilciliği’nin katkılarıyla 9 Haziran 2022 Perşembe günü, geniş bir katılımla “Sosyal Demokrasi Sempozyumu” düzenledi. Ankara Demonti Otel’de “21. Yüzyılda Demokrasiye Yönelik Tehditler: Otoriter Popülizmin Yükselişi” başlığıyla düzenlenen sempozyumun moderatörlüğünü Prof. Dr. Sencer Ayata üstlendi.

Otoriter popülizmin yükselişinin, üç oturum halinde tartışıldığı sempozyumda, Prof. Dr. Fuat Keyman, Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Prof. Dr. İlter Turan, Doç. Dr. Galip Yalman, Doç. Dr. Şebnem Yardımcı Geyikçi, Doç. Dr. Burak Cop, Dr. Hakan Yavuzyılmaz ve Dr. Tuğçe Erçetin konuşmacı olarak yer aldı.

Sempozyumun açılış konuşmalarını ise CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) Milletvekili, Dış Politikalar Sözcüsü Nils Schmid, SDD Genel Başkanı Sami Doğan ile FES Türkiye Temsilcisi Henrik Meyer yaptı.

Sempozyumda yapılan açılış konuşmaları ve sunumlar özetle şöyle:

SDD Genel Başkanı Sami Doğan:

“Önümüzde bir fırsat var”

“21. yüzyılda otoriter rejimlerin iktidara geliş biçimleri hemen hemen aynı; toplumda eşitsizlikler çok artıyor, kutuplaşmalar keskinleşiyor, elitlerle halk karşı karşıya geliyor, küreselleşmenin kazananları 5’li çeteler oluyor, oligarklar oluyor. Küreselleşmenin kaybedenleri ise emekçiler, yoksul halk oluyor. Dünyada popülist otoriter liderlerin uyguladığı politikalar da birbirine çok benziyor; parlamentoları etkisiz hale getiriyorlar, yargıyı tamamen siyasallaştırıyorlar, medyayı ve STK’ları etkisiz hale getiriyorlar, popülist ekonomi politikalarını hayata geçiriyorlar. Bu tanımlamalar, nasıl bir ülkede yaşadığımızı gösteriyor.

Biz sosyal demokratlar olarak, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin güçlendirilmesini, Türkiye’nin bağımsızlığının korunmasını vazgeçilmez hedef olarak kabul ediyoruz. Toplumsal adaletin gereği olarak toplumdaki bütün eşitsizliklere karşı çıkıyoruz. Hukuk, eğitim ve sağlık politikalarında, çağdaş, katılımcı ve eşitlikçi politikalar üretilmesini istiyoruz. Kısacası sosyal demokratlar olarak, özgürlük, eşitlik, adalet, dayanışma ve doğayı koruyan politikaların hayata geçirildiği bir Türkiye hayal ediyoruz. Bu hayali gerçekleştirmek için önümüzde bir fırsat var; 2023 genel seçimleri ve biz bugün ülkemizde var olan anti-demokratik yönetime ve tek adam rejimine karşı korkmadan, yılmadan umudu örgütleyerek mücadeleye devam edeceğiz.”

CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke:

“Hak temelli, kalkınmacı yeni bir ekonomik düzeni mutlaka var etmemiz gerekiyor”

“Çok boyutlu bir krizin içerisindeyiz. Bugün sadece bir demokrasi buhranıyla karşı karşıya değiliz; eş zamanlı olarak siyaset kurumunun, ekonominin derin bir buhrana sürüklendiği, eş zamanlı olarak ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı bir siyaset üzerinden toplumun sosyal bir bunalıma sürüklendiği, birbirinin içine geçmiş çok boyutlu bir kriz ortamındayız.

Demokrasiye ilişkin tehditlerin, otoriterliğin, popülizm üzerine inşa edilen yeni siyasetin iki temel sütuna dayandığını çok iyi görüyoruz. Bu sütunlardan birisi ekonomik yapı, diğeri ise siyasi yapıdır. Bugün yaşıyor olduğumuz büyük demokrasi yıkımının temelinde neoliberal ekonomik düzen yatıyor. Adını koymazsak neyi değiştireceğimizi tarif edemeyiz. Neoliberalizm, piyasa denen o aygıtın bireylerin tekil hareketleriyle şekillendiğini iddia eder. Toplumların olmadığını, dayanışmanın gereksiz olduğunu, her birimizin tek başına olduğumuzu dayatır. Sosyal demokrat siyaset ise, kökten toplumu bilir, dayanışmanın ne derece önemli olduğunu bilir. Dayanışmaya sahip çıkan bir ekonomik yapının kamu yararı gözetmek açısından ne kadar elzem olduğunu da bilir.  21. yüzyılda demokrasiyi inşa edeceksek, toplumsal barışı var edeceksek neoliberal ekonomik düzenin yerine hak temelli, kalkınmacı yeni bir ekonomik düzeni de mutlaka var etmemiz gerekiyor.

Şu anda rantçı yandaşlara, bir bütçe kalemiyle 75 milyar lira, kamu-özel iş birliği projeleri kapsamında garanti ödemesi olarak yapılıyor. Milyonlar açlığa mahkûm edilmiş, büyük bir barınma krizi var, ağır bir hayat pahalılığı ve enflasyon sorunu var, ciddi ve derin bir yoksullaşma var; 75 milyar lira, halkın ihtiyaçlarını gidermek için değil bir avuç rantçı yandaşı zenginleştirmek için kullanılıyor.

Bu iktidar ve bu iktidar gibi neoliberal ekonomik düzen üzerinde yükselen bütün egemen güçler, demokrasiyi ve hukuku yıkmanın yanı sıra mahkum edildiği ortak derin yoksullaşmaya halk bir arada itiraz etmesin diye, halkı kimi zaman etnik kimliği üzerinden, kimi zaman inancı üzerinden, kimi zaman yaşam tarzı üzerinden, kimi zaman muğlak elitler kavramı üzerinden, kimi zaman asla tanımlanmayan dış güçler üzerinden ayrıştırılan, kutuplaştırılan egemen güçlerin tarifiyle ‘halk sayılan ve sayılmayanlar’ olarak ayrıştırıldığı, toplumsal barışın zedelendiği kökten popülist bir siyaseti dayatıyor. Etnik kimliğimiz, inancımız, yaşam tarzımız ne olursa olsun aynı asgari ücreti alıyoruz, aynı hayat pahalılığı altında eziliyoruz, aynı gelecek kaygısında buluşuyoruz. Bu itirazda buluşursak düzeni değiştireceğimizi bilen güçler, itirazın yönünü kendilerinin tanımladığı ötekiye düşmanlığa yöneltmeye çalışıyorlar.

Üç temel üzerine inşa edilmiş bir yeni geleceği kurmak hepimizin temel sorumluluğudur; biz, sosyal demokrat siyasetçilerin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu siyasetin temsilcisi olarak temel sorumluluğunun ne olduğunun çok farkındayız. Bizler neoliberal ekonomik düzenin yerine hak temelli, kalkınmacı, üreten, üreterek birlikte zenginleşen, zenginliğini eşitlikçi ve kapsayıcı bir anlayışla paylaşan yeni sosyal adaletli bir düzeni mutlaka kuracağız. Bizler, halkın ödediği vergilerin nereye harcanacağına dair söz sahibi olacağı, nereye harcandığının hesabını sorduğu bir hukuk devletini ve halkın temsilcilerinin halk adına bütçeyi yapacağı güçlü parlamenter sistemi mutlaka kuracağız. Toplumu birbirinden ayıran bu siyasetin karşısında bugünden toplumu barıştıran, buluşturan bütün kimlikleri gören, herkesin özgürlüğünü güvence altına alan bir toplumsal düzeni ve bunun hukuk düzenini mutlaka kuracağız.”

Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) Milletvekili, Dış Politikalar Sözcüsü Nils Schmid:

“Otoriter güçler karşısında duruş alınmalı”

Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) Milletvekili, Dış Politikalar Sözcüsü Nils Schmid de otoriter popülizmin yükselişinin tüm dünyayı ilgilendiren bir konu olduğunu belirterek, artan otoriter popülizm eğiliminin doğaya bağlı bir kanun olmadığını, toplumda ve özellikle siyasi çevrelerde bu durumla mücadele etmenin gerekliliğini vurguladı. Almanya’daki siyasi mücadeleyle ilgili yaşanan tartışmalara değinen Schmid, Federal Meclis seçimlerinde ve eyalet seçimlerinde aşırı sağ Almanya için Alternatif (AfD) partisinin oylarında gerileme olduğunu, kendi seçim bölgesinde de aşırı sağ ve radikal partilerin yükselişinin önüne geçildiğini ifade etti. SPD’li Schmid, Almanya’daki bu öne geçişin unsurlarını ve demokratik güçlerin popülist güçlerin önüne nasıl geçebileceğine ilişkin şöyle dedi:

“Sizinle 3 bilgi paylaşmak istiyorum; bu mücadelenin gerekliliklerinin ilki, demokrasinin güçlü olması. Bunu özellikle kurum ve kuruluşların güçlü olması ve aynı zamanda yasal bir güvenceye sahip olmalarıyla sağlarız. Güçlü meclislerle, parlamentolarla, güçlü bir anayasal altyapıyla ve aynı zamanda güçlü olan kurum ve kuruluşlarla bunu Almanya’da deneyimledik. Aynı zamanda ifade özgürlüğü ve bağımsız yargı da gerekli. İkinci unsur ise, güçlü anayasal bir zemin üzerinde bu tür popülist ve aşırı sağ (anti-semitist ve anti-demokratik) olan partilerle mücadeledir. Mücadele bu partilerle katiyen iş birliği ve katiyen bir ortaklık olmadığı anlamına geliyor. Bu şekilde otoriter güçler karşısında duruş alınması gerekiyor.”

FES Türkiye Temsilcisi Henrik Meyer:

“İyimser olmak için nedenlerimiz var”

Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Temsilcisi Henrik Meyer ise sempozyumun konusunun sadece Türkiye için değil, Almanya, Fransa, ABD, Brezilya ve Macaristan gibi çok sayıda ülke için de “bugünü anlamak ve geleceği inşa etmek” için önemli olduğunu ifade etti. Otoriter popülizmin çok sayıda ülkede örneğinin olduğunu ancak otoriter popülizme karşı başarıya ulaşan ülke sayısının ise çok az olduğunu belirten Meyer, “Tüm dünyada böyle bir eğilim var; otoriterlik yükseliyor, popülizm yükseliyor. Yine de iyimser olmak için nedenlerimiz var. Popülizmin Almanya’daki aktörleri yakın zamanda toplumsal desteklerini büyük ölçüde yitirdiler. Bunun çok yakın zamanda Türkiye’de de böyle olacağını düşünmek için çok neden var. Demokrasi mücadelesinde başarılı olmanızı diliyorum” dedi.

I. OTURUM – POPÜLİZM: İDEOLOJİ, TABAN, SİYASET

Prof. Dr. Fuat Keyman – Popülist Söylem

“Otoriter popülizmin yükselişi dalgası 21. yüzyılın bugüne kadar yaşadığımız en önemli ve riskli gelişmelerinden biri oldu. Bu yükseliş, bazen ‘güçlü liderlerin yükselişi’ olarak, bazen ‘demokrasinin ölümü’, bazen de ‘demokrasinin küresel durgunluğu’ olarak nitelendi. Peki, otoriter popülizm niye yükseldi; hangi temel ilkeler üzerinden hareket ediyor? Yanıtımızın iki alana yoğunlaşması gerektiğini düşünüyorum.

Birincisi, neoliberal ve güç temelli yönetim anlayışının, 2000’li yıllarda arka arkaya ortaya çıkan, 11 Eylül terör saldırısı; 2008 Ekonomik Krizi; 2010 Arap Baharı ve MENA Bölgesel Çalkantı; küresel ısınma; salgın; Ukrayna Savaşı: küresel krizlere yanıtta demokrasiyi her zaman ikinci plana atması ve zayıflatması; ikincisi, seçime ve siyasi partilere indirgenmiş toplum yönetimi anlayışının güven erozyonu ve yönetememe sorunu yaşamaya başlamasıyla ortaya çıkan ve yaygınlaşan temsili demokrasinin krizi.

Peki, bu uygun ortamda güçlenen ve yaygınlaşan otoriter popülizm nasıl yönetiyor? Birincisi, siyaseti lidere mutlak sadakat ve karar verme eylemi olarak görüyor. İkincisi, denge ve denetleme sistemini sevmiyor. Üçüncüsü, lideri kurumların önüne koyup, kurumları zayıflatıyor ya da liderin hizmetinde siyasallaştırıyor. Dördüncüsü, ekonomik büyüme ve güçlü olmayı, hakların, özgürlüklerin ve çoğulculuğun önünde görüyor. Beşincisi, biz-onlar yaparak iktidarı bu ikilik içinde meşrulaştırıyor.  Altıncısı, millet, var olan bir toplumsal grup değil lidere ve iktidara sadakat temelinde ideolojik ve söylemsel olarak inşa edilmiş bir kurgu. Eleştiri yapıldığı zaman da milletten dışlanıyorsunuz. Yedincisi, gerçeğin, bilimselliğin, nesnelliğin öneminin azaldığı, demagoji ve algı üretiminin öneminin arttığı bir söylem ve tavır benimseniyor. Sekizincisi, örnekler içinde önceliği farklılaşsa da ‘yerli ve milli olma’ söylemi, diğer bir değişle, Batı, Batı kurumları ve küreselleşme eleştirisi otoriter popülizmin ortak yanlarından bir tanesi.

Otoriter popülizmin niye yükseldiğini ve bir yönettim tarzı olarak özgünlüğünü anlamak, yeniden demokratikleşme olasılığını güçlendirmek için önemli ve gerekli bir çaba.”

Prof. Dr. Sencer Ayata – Popülizmin Toplumsal Tabanı

“Otoriter popülizmi anlamak için öncelikle iki ana soruya yanıt aramak gerekmektedir; birincisi, hangi toplum kesimleri milliyetçi popülizme daha çok destek veriyor? İkincisi, popülistler bu tabanın hangi duyarlılıklarına sesleniyor?

Avrupa toplumları 5 önemli nedenle ‘bölünmüş toplum’ olarak görülüyor. Büyük kentler ve metropollerde yaşayanlar, genç kuşaklar, lise ve yükse okul mezunu eğitimli kesim, dış piyasaya yönelik ekonomik faaliyetlerde yer alanlar ve yüksek eğitimli, yüksek gelirli, yüksek gelirli ve dışa açık sosyal sınıflar daha büyük bir ağırlıkla sol partileri ve Yeşilleri destekliyor. Buna karşılık otoriter popülistler, küçük ve kırsal yerleşim birimlerinde yaşayan, görece düşük eğitimli, iç piyasaya yönelik faaliyet gösteren ekonomik faaliyetlerde çalışan ve düşük vasıflı, gelirli kesimde daha fazla destek buluyor.

Popülizmi anlamak için üzerinde durulması gereken en önemli değişim emek dünyasında yaşanan değişimleri anlamak. Bundan 30-40 yıl önce gelişmiş sanayi toplumlarının büyük bölümü genellikle sanayide çalışan örgütlü, çalışmanın karşılığını alabilen, sosyal güvenceye sahip ve sosyal demokrat partiler tarafından iyi temsil edilen işçilerdi. Endüstriyel işçi sınıfı üç önemli nedenle küçüldü; birincisi, hızlı teknolojik değişimin yol açtığı iş ve meslek kaybı, ikincisi, emek yoğun sanayilerde istihdamın gelişmekte olan ülkelere kayması, üçüncüsü, hizmet sektörünün büyümesi.

Sosyal demokrat partiler bu değişen taban üzerinde eskisi kadar hakim değil. Karşılarında küresel elitler, kozmopolit orta sınıflar, eğitimli gençler. Bu kesimler, göçü, çeşitliliği, kadının değişen rolünü, çok kültürlülüğü tehdit olarak görmüyor. Hoşnutsuzlar ise onların ve uluslararası kuruluşların (AB), şirketlerin kitlesel göçleri teşvik ettiğini düşünüyor. Bu gelişmelerin ulusal kimliklerini ve yaşam tarzlarını erozyonuna uğratmasından endişe ediyorlar.

Milliyetçi popülistler bu hoşnutsuzlukların üzerine gidiyorlar. Birinci hedefleri elit karşıtlığı yaratmak; küresel alanda faaliyet gösteren girişimciler, politikacılar, yöneticiler, teknokratlar, akademisyenler, uluslararası kuruluşlarda çalışanlar, STK’lar. Onların, kendi çıkarını düşünen, millete sırtını dönmüş, gayrı-milli, kozmopolit azınlık olduğunu iddia ediyorlar. Karşılarında ise bir bütün olarak gerçek millet; onurlu, dürüst, saf insanlar. Kendilerini ise milletin gerçek temsilcileri olarak takdim ediyorlar. Oysa gerek türdeş millet gerekse gerçek temsilci olma iddiası farklılaşmış bir toplum ve çoğulcu siyaset anlayışının tam tersi. Otoriterliklerinin temeli bu düşüncede yatıyor. Yoksullaşan emekçilere, ‘sen bu toplumun temeliydin, şimdi yerin yok, üvey evlat oldun’ diyorlar. Popülist sağın ‘ülkemi geri istiyorum’ mesajının altında bu yatıyor. Milli egemenliği sağlayarak ülkeyi yeniden büyük ülke yapmayı vadediyorlar. Popülistler dış ve iç tehditler tanımlıyor, komplo teorileri üretiyorlar.”

Doç. Dr. Şebnem Yardımcı Geyikçi – Popülist Partiler ve Hareketler

“Bir siyaset yapma biçimi olarak popülizm bugün Avrupa siyasetinin belirleyici siyasal kırılmalarından biri haline dönüşmüştür. Birçok çalışma siyasi bölünmelerin artık popülizm-çoğulculuk ve otoriterlik-özgürlükçülük hattında olduğunu iddia etmektedir. Popülizm söylemi yozlaşmış elitlere karşı halkın iktidarını vurgularken, çoğulcu söylem seçilmişlerin meşruiyetini ve kurumları sahiplenen bir tutum alır. Diğer taraftan otoriter siyaset kendi dışındaki grupları hoşgörüsüz, geleneksel ahlaki kurumları sahiplenen ve lidere sadakati ön plana çıkaran bir tutum alırken, özgürlükçü siyaset kişisel özgürlükleri, çoğulculuğu ve bireyselliği öncüllemektedir.

Bu denklemde özgürlükçü demokrasiler için problemli olan otoriter popülist partilerdir. Peki otoriter popülist partilerin ortak özellikleri nelerdir? Bu tür partilerin en temel özellikleri anti-çoğulcu, anti-elitist ve anti-parti olmalarıdır. Anti-çoğulcu birciliğin doğal sonucu – halkı tek bir homojen grup olarak tanımlamak doğal olarak azınlık haklarının yok sayılmasına, dolayısıyla sivil hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına, hatta yok edilmesine, basın özgürlüğü çeşitliliğinin yok edilmesine yol açmaktadır. Anti-elitizm ise var olan kurumları, kuralları, elitlerin tasarladığı, inşa ettiği kurallar olarak resmedip hukukun üstünlüğünün, güçler ayrımı gibi kurumları değersizleştirir ve zayıflatır. Bu da aslında özellikle otoriter popülizmin işleyiş mantığı ile birebir ilişkilidir. Yani dikey hesap verebilirliği yüceltirken yatay hesap verebilirliği hedef alması ile bağlantılıdır. Özgürlükçü demokrasilerin tanımlayıcı özelliği seçimlerden yani dikey hesap verebilirlikten ziyade kurumların birbirini denetlemesidir yani yatay hesap verilebilirlik. Popülist aktörler dikey hesap verebilirliği meşruiyetin temel aracı olarak resmederken yatay hesap verilebilirliği ise elitlerin halkın kontrolünü engellemek için yarattığı bir yapı olarak tanımlar ve bu kurumları yok etmeyi amaçlar çünkü bu kurumlar halkın yönetmesi önünde engel olarak tanımlanır.

İktidarları güçlendikçe ya bu kurumları ele geçirirler ya işlevini yok ederler ya da anlamsızlaştırırlar. Bu kurumların zayıflaması da beraberinde özgürlükçü demokrasilerin zayıflamasına ve zamanla popülist liderler tarafından yönetilen ülkelerin otoriterleşmesine yol açabilir. Üçüncü özellik anti-partiden kasıt ise parti içerisinde lidere sadakatin her şeyin önüne geçmesi ve kurumdan ziyade liderin ön plana çıktığı yapıların baskın olması anlamına geliyor. Özellikle melez rejimler için bu otoriter popülist partilerin anti-kurumsalcı özelliklerinin bir uzantısı olarak düşünülebilir.”

II. OTURUM – İKTİDARDA POPÜLİZM

Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz – Hukuk ve Kurumlar

“Popülizm bir siyasal strateji olarak farklı rejimler içinde soldan ya da sağdan liderlerce araçsallaştırılabilmektedir.  İktidardaki liderler tarafından iktidarlarını sağlamlaştırmak, seçimlerdeki rekabet zemini kendi lehlerine bozmak içinde kullanılmaktadırlar. Türkiye de bu konuda oldukça bariz bir örnektir. Popülizm, neo-patrimonyal bir otoriterlik tesisinde uygulanan siyasi bir strateji olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişi otoriterliğinin vardığı bir uç nokta olarak neo-patrimonyal rejimler, devleti ve kurumlarını zayıflatan, devletin hükmi şahsiyeti ile liderin şahsı arasındaki ayrımı ortadan kaldıran, hukuk devletinin yerine kişisel keyfiliği koyan, yandaşlara kamu kaynakları kullanılarak verilen ‘ödüller’ ile muhaliflere kamu otoritesi kullanılarak verilen ‘ceza’ ile şekillendirilen yapılardır. Türkiye’de AKP iktidarının en üst yönetim eliti, bir yandan kamu kaynaklarını dağıtarak yeni bir ekonomik elit yaratmış, diğer taraftan yeni ekonomik elitin, cemaat-tarikatların da katkısı ile kamu kaynaklarını birleştirip kullanarak sosyo-ekonomik açıdan en alt sınıfların siyasi sadakatini satın almıştır. Bu noktada popülizm, kaynak yağmasına dayalı bu rejimin tesisini ya da sürekliliğini tehdit edebilecek kontrol-denge araçlarının elimine edilmesinde ve rejimin meşrulaştırılmasında kullanılan bir siyasi stratejidir.

Türkiye’nin bu tarz siyasal stratejilere ve hatta otoriterliklere açık olmasının çeşitli tarihsel sebepleri de mevcuttur.  Ülkemiz siyasal tarihi askeri ve sivil otoriterlikle yarı-demokratik dönemler arasında düzenli bir döngüsellik yaşandığını işaret etmektedir. Batının emperyalist kapitalizmi karşısında Osmanlı devlet yönetici elitinin verdiği tepki ve 19. yy. ile birlikte başlayan modernleşme/batılılaşma hareketleri, imparatorluğu kurtarma çabalarının başarısızlığı ve bunu takip eden Ulus devlet devrimi ise Cumhuriyet döneminin bugün de devam eden ana ayrışmalarını şekillendirmektedir. Bu ayrışmaların farklı taraflarında yer alan siyasal güçlerin mücadelesinde gücü ele geçirenin kendi dünya ve devlet görüşünü otoriter anayasa yapıcılığı neticesinde üretilmiş anayasalar eliyle toplumun tamamına empoze etmesi de sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Bugün AKP’nin yaptığı da bu anlamda kendinden önceki sivil otoriterliklerin bir tekrarıdır.”

Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu – Siyasi Yapılar ve Süreçler

“Popülizm 4 özellikten oluşan bir siyasal harekete verdiğimiz addır; ‘Halkın iradesi’ (J. J. Rousseau’nun kullandığı anlamıyla, volonté general), her türlü değerin üzerindedir ve adalet ve ahlakla özdeş olarak kabul edilir. Liderle halk arasında hiçbir kurumun müdahil olmadığı doğrudan bir ilişkiye dayalı hükümet biçimi önerir. Halk (volk) ile onun lideri (führer) olarak bağrına bastığı politikacı arasındaki bağ hiçbir kurum, kural ve yasa tarafından zedelenmeyen doğrudan bir bağ olup siyasal yönetimi de (reich) belirler. Halkın hiçbir sınıf, cins, ırk gibi ayrımı içermeyen türdeş, bütünleşmiş, tekil bir topluluk oluşturduğu öne sürülmektedir. Bu topluluk sadece toplumsal, kültürel ve ekonomik çıkar gibi üzerinden değil zihnen de mükemmelen birlik içindedir; organik, kolektif bir iradeye sahiptir, kendiliklerinden aynı düşünceye ve zihniyete sahiptir. Dördüncü ve son olarak bu organik kolektif topluluk başka bir organik, kolektif bütünü oluşturan seçkinler (elites) ile uzlaşmaz bir mücadele ve çatışma içindedir. Tamamen iyi, saf, temiz olan halk ve onun karşısında tamamen habis, sömürgen, içten pazarlıklı, erdemsiz ve ahlak yoksunu, yoz seçkinler. Bu iki uzlaşmaz kesim tamamen zıt çıkarlara sahip olup sürekli çatışan bir konumdadır.

Bu içeriğiyle popülizm bireyselliği, çoğulculuğu, liberalizmi reddederek kolayca otoriterleşir. Demokrasinin içinde ve onunla gelişen bir yapıda olan popülizm, demokrasinin kurumlarını kullanarak iktidara gelir. İktidarda ise bu kurumların içeriğini boşaltarak, onları liderin keyfi yönetimine olanak sağlayacak bir içeriğe büründürür. Seçimler yarışmacı içeriğinden plebisitlere doğru dönüştürülmeye, yasama organı karar alma mekanizmasından bir tür ‘Süper Noter’ mahiyetinde tasdik aygıtına dönüştürülür. Halkla lideri arasındaki doğrudan bağa dayalı hükümet ile siyasal kurumlar, kurallar, yasalar eliyle yönetim uyuşmayacağından, kurumsal siyaset içi boş yapılara dönüştürülerek yozlaştırılır. Popülizmin evrimi Sezarizme doğrudur.”

Doç. Dr. Galip Yalman – Neo-Liberalizm ve Popülizm

“Neoliberalizm ve popülizm, her ikisi de netameli kavramlar zira tanımı ve içeriği üzerinde mutabakat olduğunu söylemenin pek de kolay olmadığı kavramlar.

Neoliberalizm kavramının gündemimizde yer etmesi, neoliberalizmin bizatihi kendisinin olgunlaşmasından daha geç bir döneme denk düşer. 1970’lerin ikinci yarısından itibaren devlet-piyasa ilişkilerini yeniden tanımlayacak bir anlayışın temelleri atılır fakat o günlerde yaşanan dönüşümü savunan ve destekleyenlerin kullandığı bir terim değildir neoliberalizm. Kavramın kendisi daha sonra yaşanan değişim sürecine eleştirel yaklaşanlar arasında yaygınlık kazanır. Bunlar arasında da kavramın tanım ve içeriği üzerinde tam bir mutabakat olduğu söylenemez.

Popülizme gelince, 19 yüzyıldan itibaren çok farklı tarihsel koşullarda ortaya çıkan ve farklı amaçları olan bir takım toplumsal hareketler ve düşünce akımları için kullanılmakla birlikte, akademik yazında daha geniş kullanımı 1929 Dünya Bunalımı sonrasından başlayarak bir dönemleme aracı olarak kullanılmaya başlanması ile olmuştur. Özü itibariyle, sınıf temelli siyasal çatışmaların belirleyici olmadığı bir toplumsal düzeni amaçlayan bir kriz yönetimi stratejisi olarak tanımlanabilir.

Bu iki kavram, birbirinden çok farklı hatta kimisine göre zıt olguları betimlemek için kullanılmakla birlikte, otoriter popülizm, neoliberal popülizm, otoriter neoliberalizm gibi kullanımlar da dikkat çekmekte ve ilgili yazında tartışma konuları arasında yer almaktadır.”

III. OTURUM – TÜRKİYE’DE POPÜLİST SİYASET, İKTİDAR VE SİYASİ PARTİLER

Doç. Dr. Burak Cop – Sosyo-Kültürel Boyutlar

“Popülizm üç temel öncülden hareket eder, saf/temiz halk, yozlaşmış elitler ve genel irade (Türkçedeki yaygın kullanımıyla halk iradesi ya da milli irade). Popülist olarak tanımlanmak için ne anti-elitizm ne de halk egemenliği savunuculuğu tek başına yeterlidir. Popülizmin zıt kutupları ise elitizm ve çoğulculuktur. Popülizm, çoğulculuk karşıtlığını halkın yalnızca bir kısmını halk olarak görmesiyle ortaya koyar. AKP’nin kökünü oluşturan Milli Görüş, yukarıda özetlenen nitelikler ışığında popülist bir harekettir. Milli Görüş’ün dışında kalan yahut onu önceleyen sağ siyasetin 1960’lardaki kültürel içerikli siyasal söyleminde de Milli Görüş’ün 1970’lerdeki söyleminde de AKP döneminde sıkça tekrarlanan temaların izlerini bulmak mümkündür.

Öte yandan, tarihsel/ideolojik arka planında belirgin biçimde yer alan popülizm, AKP’nin ilk iktidar dönemindeki siyasal söyleminde kendine neredeyse hiç yer bulamadı. AKP iktidarının gitgide popülizme kayması, daha doğrusu kendisine içkin olan ancak tüm topluma hitap etmeye çalıştığı döneme denk gelmesi hasebiyle üstü tamamen örtülen popülizmin, siyasal söylemini belirler hale gelmesi birtakım keskin politik/toplumsal dönemeçlerle ilgilidir. Erdoğan ve AKP 2007 cumhurbaşkanlığı krizi, 2013 Gezi direnişi ve 2016 başarısız darbe girişimi gibi dönemeçlerde kitle mobilizasyonuna yönelmiş ve popülist bir siyasi strateji belirlemiştir. Örtük popülist damar ile açık popülist stratejinin buluşmasıyla ‘döngü’ tamamlanmış, rejimin otoriterlik dozunun artması da şaşırtıcı olmayan bir biçimde bu buluşmayla el ele gitmiştir.”

Dr. Hakan Yavuzyılmaz – Popülizm ve Siyasetin Başkanlaşması

“Türkiye vakası ve Adalet ve Kalkınma Partisi örneği üzerinden ulaşılan temel bulgu; bir siyasi strateji olarak popülist mobilizasyonun, parti liderini siyasi parti için iktidarda kalmanın başat aktörü haline getirmesi sonucu, parti liderinin tüm parti örgütünde oldukça kuvvetli hale geldiğidir. ‘Yıkıcı başkanlaşma’ olarak tanımlanan bu süreç sonrasında siyasi parti örgütünün, otoriter eğilimli liderleri kontrol etme kapasitesi ortadan kalkarak bu tip liderlere etkin otoriterleşme bağlamında önemli bir alt yapısal güç sağlamaktadır. Özellikle otoriterleşme sürecine içkin olan iktidara yönelebilecek dikey ve yatay tehditleri etkili bir biçimde bertaraf etme kapasitesini arttıran yıkıcı başkanlaşmış siyasi partiler, sürecin devamlılığı noktasında büyük önem taşımaktadır.

Peki bir siyasi strateji olarak popülist mobilizasyonu kullanan ve ‘yıkıcı başkanlaşma’ olarak kavramsallaştırılan süreçten geçmiş siyasi partilerin iktidarda olduğu vakalarda yeniden demokratikleşme mümkün değil midir? Her ne kadar yıkıcı şekilde başkanlaşmış güçlü parti örgütleri, otoriterleşme sürecinde önemli olsa da bu tip siyasi partileri ‘başarılı’ başarısızlık olarak nitelemek de mümkündür. Bunda temel neden, bu partilerin iktidarda kalmasının büyük ölçüde iktidarın ‘performans meşruiyetine’ ve liderin sürekliliğine bağlı olmasıdır. Her ne kadar siyasi parti, partizan rant aktarımı ve klientalizmin sistematikleşmesinde oldukça etkili olsa da bu tip partilerin gerek parti üyeleri gerekse seçmenleriyle kurduğu ilişki kurumsallaşmış değildir. Bu nedenle kaynak aktarımının sürdürülemediği durumlarda bu tip siyasi partilerden hem parti-içi kopuşlar hem de seçmen kopuşları kaçınılmazdır.”

Dr. Tuğçe Erçetin – Popülizm ve Muhalefet

“Popülist söylemde ‘biz’lik homojen bir halkın inşası ve idealize edilen halk ile ortaklıkları paylaşan (ve bunu iddia eden) liderlerle özdeşleşme ile oluşuyor. Popülizmdeki bizlik söylemi toplum içerisindeki ‘gerçek halk’, ‘halkın gerçek adayı’ gibi yüceltmeyle idealize edilir ve makul kategoriye yerleştirilir ve popülist lider ortaklıklar anlatısına dayanarak kendini o grubun üyesi olarak konumlarken müesses nizamdan veya halktan uzak olduğu iddia edilen seçkinlerden ayırarak ‘bizden biri – halktan biri olarak’ çerçeveler. Bunun karşısında ise ötekiler inşa edilir; seçkin karşıtlığı ve ‘tehlikeli’ ötekiler yani biz ile benzerlikleri olmayan – halkın birliğinde, refahına, yaşam tarzına, değerlerine ve çıkarlarına uyumlu olmayanlar. En önemli nokta bu ayrılığın ahlaki bir çatışmayı – yani bizliğin ahlaki üstünlüğünün çerçevelenmesi. Öncelikle de elitler; medya elitler, siyasi elitler, ekonomik elitler gibi halkın iradesini yok saydıkları ve sadece kendi çıkarını düşünen ve gündeminin peşinde öne sürülenlerin iddia edildiği gibi ve ‘tehlikeli ötekiler’ ki bağlama göre farklılık gösterir, kimi zaman muhalefet, medya, feministler, göçmenler veya sanayiciler olur.

Ötekiler aynı zamanda suçlama ve mağduriyet anlatısı arasında kalabilir, günah keçisi ilan da edilebilir. Karşı kampı şeytanlaştırarak ‘düşman imajını’ pekiştirmekte ve dışlayıcı söylemi suçlama ile kuvvetlendirir. Demokrasinin zayıflaması, halkın iradesinin çalınması, işsizliğin kaynağı, istikrarsızlığın sebebi, ekonomik krizin nedeni olarak ötekiler suçlanır. Aslında burada seçmen kitlesine ulaştırılan mesaj ortak bir mağduriyet öyküsü ve bu mağduriyete sebep olan ‘suçlular’. Kimi zaman günah keçileri ‘işimizi çalan mülteciler’ kimi zaman ise ‘demokrasiye zarar veren muhalefet’ olarak karşımıza çıkar. Krizleri, güvensizliği ve olumsuz koşulları, hedefledikleri ‘düşmanlar’ veya ‘tehlikeli ötekiler’ aracılığıyla tanımlayarak kitleyi gibi olumsuz duygularla mobilize ederler.”

Prof. Dr. İlter Turan – Genel Değerlendirme  ve Sonuç

“Halihazırdaki popülist akımların hepsinde, farklılaşmamış, bütünsellik sergileyen temiz bir halk ve kendi çıkarını kovalayan yozlaşmış yönetici seçkinler zıtlığı teması ön planda yer alıyor. Popülist liderler ise kendilerini halkı kötü yöneticilerden kurtaracak siyasi hareketin liderleri olarak takdim ediyorlar. Popülist hareketler her siyasal sistemde ortaya çıkabiliyor ama her yerde iktidara gelemiyorlar. Bu hareketlerin ortaya çıkmasında, toplumun önemli bir kesiminde o kesimin önem verdiği sorunlar yumağına mevcut iktidarların çözüm getiremeyeceği duygusunun gelişmesi önemli bir rol oynuyor. Günümüzdeki sorunlar yumağını yaratan gelişmeler arasında toplumsal farklılaşmaların bağdaştırılamayacak oranda yoğunlaşmış olması, küreselleşmenin olumsuz etkileri, teknoloji devriminin (özellikle dijitalleşmenin) yarattığı işsiz kalma endişeleri, göçler dahil demografik hareketlilik ve seçkin dolaşımının hızını yitirmesi dahil birçok faktörün katkısı bulunuyor.

Popülist baskılar, demokrasinin iki vazgeçilmezi olan karşılıklı hoşgörü ve siyasetin sonuçlarına tahammül etme niteliklerini zayıflatıyor. Sorunları aşamayan popülist liderler, bir yandan bu durumdan dolayı başkalarını suçlayan söylemlere yöneliyor, diğer yandan da görevlerini sürdürmek için otoriterleşmeye, demokratik denge ve denetlemeyi terk ederek tüm siyasi gücü ellerinde toplamaya yöneliyorlar. Bu süreçte siyasi muhaliflerinin meşruiyetini sorguluyorlar, muhaliflere karşı zorbalığı cesaretlendirebiliyorlar ve son olarak, başta basın ve haber alma özgürlüğü olmak üzere muhaliflerinin bireysel özgürlüklerini sınırlayabiliyorlar.

Türkiye’de siyasal rekabete geçildikten sonra her zaman popülist hareketler ortaya çıkmıştır; Demokrat Parti, MSP çizgisinde popülist hareketler siyasi hayatta yer almış, fakat sadece AKP iktidar olduktan bir süre sonra tamamen popülist otoriteryanizme yönelmiştir. Bu gelişme bizi ‘muhalefet seçim kazanma şansına sahip midir?’ sorusuna götürmektedir. Türkiye’nin uluslararası sistemdeki yerinin seçimle gelen iktidarla meşruiyet bulması, toplumda demokrasinin tek meşru rejim olduğuna dair yaygın inanç, popülist rejimlerin milleti temsil ettikleri iddiasının ancak seçimle doğrulanabilmesi ve ülkede varlığını ancak demokrasi sayesinde sürdürebilecek güçlü bir muhalefetin varlığı demokrasisinin korunacağına ilişkin güven vermektedir.”

 

 

Yorum yapın