Covid-19 pandemisinin yarattığı sosyoekonomik koşullar ve içinde bulunduğumuz ekonomik krizin seyri, eşitsizlik ve yoksulluğun daha da derinleşeceğini gösteriyor. Döviz kurundaki dalgalanmalar, hızla artan gıda fiyatları toplumun büyük bir kesimini etkiliyor. Tüm bunlar yoksulluk ve yoksullaşma riskinin günlük hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmesine yol açıyor. Buna karşın, ülkemizde eşitsizlik ve yoksulluğu ele alan sınırlı sayıda çalışma var. Sencer Ayata’nın derlediği Türkiye’de Yoksulluk ve Eşitsizlik: Nedenler ve Çözümler kitabının bu alanda yapılan en önemli çalışmalardan birisi olduğunu söyleyebiliriz. Ayata’nın giriş yazısında belirttiği gibi, kitap yoksulluk ve eşitsizlik konusunu toplumsal, ekonomik, siyasal ve kültürel boyutları kapsayan geniş bir çerçeve içerisinde ele alıyor, farklı toplum kesimlerinin ortak deneyimleri kadar eşitsizliklerin ve yoksulluğun farklı deneyimleri üzerinde duruyor, Türkiye’de yoksullukla mücadele programlarını eleştirel bir gözle değerlendiriyor ve dünyada eşitsizliğe karşı geliştirilen yeni görüşleri ve politikaları ana hatlarıyla ortaya koyuyor. Kitap Ayata’nın hem kitabın temel dayanaklarını hem de yoksulluk ve eşitsizlikle ilgili ana kavramları açıkladığı ve yeni tartışma alanlarına işaret ettiği giriş yazısı ile başlıyor, Bilsay Kuruç ve Fikret Şenses’in genel değerlendirmeleri ile bitiyor. Geniş bir okuyucu kitlesine hitap eden, kolay anlaşılan, hem saha araştırmalarının bulgularını hem de sayısal verileri bir araya getiren ve kapsayıcı bilgi içeren kitap, 4 ana başlık altında yer alan 18 makaleden oluşuyor. Aşağıda kitaptaki sıraya göre makalelerin kısa tanıtımını sunacağım.
Dünya ve Türkiye’de yoksulluk ve eşitsizlik
“Dünya’da Türkiye’de Yoksulluk ve Eşitsizlik: Ekonomik Boyutlar” başlıklı ilk bölümünde üç makale yer alıyor. “Ücretler, Gelir Dağılımı, Eşitsizlik” makalesinde Ebru Voyvada, 2001 sonrası dönemi, büyüme, istihdam, verimlilik ve bölüşüm ilişkilerini, iki alt döneme (2002-8 ve 2009-17) ayırarak, inceliyor. 2001 sonrası dönemde küresel ekonominin yaşadığı iki genişleme evresi boyunca oluşan ucuz sermaye akımları ile beslenen ekonomik büyümenin, yoksulluk ve eşitsizliğin giderilmesinde etkisinin olmadığını, kayıt dışılığın hala çok yüksek, sendikalaşma oranlarının çok düşük, yoksulluğun çok yoğun ve gelir dağılımın oldukça bozuk olduğunu vurguluyor. Türkiye ekonomisinin “uluslararası işbölümünde” edindiği rolün, üretimin devamı için dışa bağımlılığın artmasına, “erken sanayisizleşme” ile birlikte işsizlik oranın yüzde 10’ların üzerine yerleşmesine, işgücü piyasalarında parçalanma, enformelleşme ve artan eşitsizliklerin bu büyüme süreçlerinin kalıcı parçaları haline dönüşmesine neden olduğunu belirtiyor.
Gamze Yücesan-Özdemir, “Emek Piyasasında, İşyerinde ve Toplumsal Hayatta: Yoksullaşma” makalesine yöntemsel pozisyonunu açıklayarak başlıyor. Yoksulluk çalışmalarında yaygın olduğunu düşündüğü iki eğilimi (disiplinler arası parçalanma ve yoksulluğun nedenleri ile sonuçları arasındaki ilişkinin ihmal edilmesi) eleştiriyor. Bu iki eğilimin kısıtlılıklarını aşmak için, yoksulluğun ekonomi politiğini, yani yoksulluğu içine gömülü olduğu iktisadi, siyasi ve ideolojik yapılar içinde anlamayı ve yoksulluğun görünümlerini hazırlayan kapitalist sürece içkin mekanizmaları incelemeyi öneriyor. Yoksulluğun ekonomi politiğini üç alana, emek piyasası, iş yeri ve toplumsal hayat, yoğunlaşarak inceliyor. Her başlıkta önce yoksulluğun görünümlerini TÜİK ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine ve DİSK’in araştırmalarına dayanarak sergiliyor, ardından bu görünümlerin nedenlerini tartışıyor.
“AKP işverene rekabet avantajı sağlama gayreti içinde değil”
Bu bölümdeki son makale (Ücretler, Gelir Dağılımı ve 2018 Kırılımı) Mustafa Sönmez’e ait. Sönmez makalesine haneye giren gelir türleri arasında ücretlerin, ücretler içinde ise asgari ücretlerin, başat bir yeri olduğunu ve gelir dağılımın iyiye ya da kötüye gitmesinde ücretlerin seyrinin ana belirleyici olduğu tespiti ile başlıyor ve bu tespitini, reel ücretlerin seyrini inceleyerek temellendiriyor. AKP’nin ücretleri batırıp işverene rekabet avantajı sağlama gayreti içinde olmadığını, örgütlü işçi sınıfının ücret talebi basıncını da hissetmediğini, bu rahatlık içinde, ücretlileri daha çok birer seçmen olarak gördüğünü, “seçmen memnuniyeti” sağlamak üzere ücret ve maaşları, tek haneye indirilmiş tüketici enflasyonu karşısında korur göründüğünü belirtiyor. Sönmez, AKP döneminde, ucuz ve bol döviz sayesinde, kredi ve borçlanma imkanlarının arttığını, inşaata dayalı içe dönük büyümenin göreli bir refah yarattığını, bu durumun 2018’de değiştiğinin altını çiziyor.
“Yoksulluğun ve Eşitsizliğin Boyutları: Sosyal Sınıf, Siyaset, Din, Kültür ve İdeoloji” bölümü Sibel Kalaycıoğlu’nun “Yoksulluk ve Eşitsizlik Üzerine Yeni Paradigmalar: Yoksullukta Eşitsizlik” makalesiyle açılıyor. Kalaycıoğlu, eşitsizlik ve yoksullukla ilgili uluslararası kuruluşların araştırma ve raporlarından kaynaklanan kavramsal belirsizliklere dikkat çekiyor, eşitsizlik ve yoksulluğun her zaman kesişim noktaları olduğunu vurguluyor ve yoksulluğu eşitsizlik bağlamında ele alacağını belirtiyor. Eşitsizlikle ilgili iki temel (yapısal ve kültürel) paradigmayı değerlendiriyor ve bu paradigmaların farklılıklarını ve ana özelliklerine değiniyor. Daha sonra, yoksulluğun anlaşılmasına ve açıklanmasına yönelik ana paradigmaları ve bunların farklılıklarını ele alıyor ve eşitsizlik ve yoksulluğun kesişim noktaları üzerinden duruyor. Günümüzde yoksulluğun sadece bir gelir ve işsizlik sorununa indirgenemeyeceğini, toplumun hemen hemen tüm katmanlarını farklı biçimlerde ve düzeylerde etkileyen bir olgu olduğunu vurguluyor.
Yolsuzluk ve yoksulluk
“Yoksulluk, Eşitsizlik ve Kamu Harcamaları” makalesinde Çiğdem Toker, yolsuzluk ile yoksulluk arasında ilişki kuruyor ve bu ilişkiyi kamu kaynaklarının dağıtımı açısından değerlendiriyor, kamu ihalelerinde izlenen yolları ve yöntemleri mercek altına alıyor. Toker, 21-b olarak anılan pazarlıksız ihale yöntemi ve kamu ihale mevzuatının tamamen dışında özel bir mevzuata tabi kamu özel iş birliği projelerini inceliyor. Kamu alımlarının ve ihalelerinin önceden belirlenen firmalar üzerinden yürütülmesinin maliyet artışlarına, haksız rekabete, haksız kazanca ve kaynak israfına yol açtığını; bu şekilde kaynak dağıtımında özel çıkarların kamu yararının önüne konulmasının, devletin kalkınmayı hızlandıracak yatırımlar yapmasının ve yoksulluğu önlemeye yönelik sosyal harcamaları artırmasının önünde büyük bir engel teşkil ettiğini vurguluyor.
Mustafa Şen, “Eşitsizlik ve Yoksullukla Mücadele ve İnanç Temelli Örgütler” makalesine sosyal yardım alanında faaliyet gösteren inanç temelli kuruluşların ortaya çıkmasının tarihsel, toplumsal ve siyasal bağlamını inceleyerek başlıyor. Bu tür kuruluşların ortaya çıkmasını anlamak için Türkiye’de refah rejiminin dönüşümüne bakmamız gerektiğini öneriyor. Sosyal yardım alanında faaliyet gösteren bu tür kuruluşların genel özelliklerini, faaliyetlerini, eşitsizlik ve yoksullukla mücadeledeki yerlerini ve rollerini inceliyor ve olumlu ve sorunlu alanlara işaret ediyor.
Hilal Arslan, “Mutluluk ve Mutluluk Eşitsizliği” makalesinde ülkemiz için yeni olan bir tartışmayı ele alıyor. Mutluluk ve mutluluk eşitsizliği kavramlarının, yoksulluk ve eşitsizlik çalışmalarında nasıl gündeme geldiğini ve özellikle hem küresel hem de lokal bağlamda sosyal politikaların üretim süreçlerinde nasıl bir role sahip olduğunu tartışarak işe başlıyor. Türkiye’de özellikle son 20 yılda mutluluğun seyri üzerine mevcut veriler üzerinden kısa bir değerlendirme yapıyor ve mutluluk eşitsizliği yaklaşımını Türkiye’de yaşayan kişilerin iş gücü piyasasında aktif olup olmama durumlarına göre öznel refah dağılımını inceliyor. Nesnel göstergeler yerine kullanılabilecek mutluluk dağılımının özellikle kesişimsel eşitsizliklerin önceliklendirildiği bir sosyal politika üretim süreci ile olan ilişkisine dikkat çekiyor
Elif Elçi Çarıkcı, “Kesişimsellik Politikaları” makalesine kalkınma ve sosyal politika alanlarında eşitlik-eşitsizlik kavramının yirmi yıl boyunca pek kullanılmadığını, yakın zamanda eşitlik kavramının dönüşüm geçirerek tekrar gündeme geldiğini, yapısal içeriği olmayan yeni bir eşitlik kavramının ortaya çıktığını, eşitliğin teknik uzmanlar tarafından belirlenen bazı sorunların çözümüne indirgendiğini; bunun sorunların kavranmasını ve kalıcı çözümler üretilmesini sağlamadığını belirterek başlıyor. Çarıkcı, eşitsizliklerin ekonomik boyutunun ve gelir dağılımının önemini yatsımadan, eşitsizliklerin sosyal boyutu üzerinde durmayı, eşitlik kavramını temel haklar perspektifinden ve çok yönlü olarak ele almayı ve yapısal dönüşümlerle ilişkilendirmeyi, feminist yaklaşımlarda kullanılan “kesişimsellik” analizinin eşitlik mücadelesinde kullanmayı öneriyor.
Yoksulluk profilleri
Kitabın üçüncü bölümü “Yoksulluk Profilleri”nde yedi makale yer alıyor. Bu bölümün ilk makalesinde (Geçmişten Günümüze Çalışan Yoksullar) Seyhan Erdoğdu, dünyada ve Türkiye’de çalışan yoksulluğu konu ediniyor ve çalışan yoksulluğunun nedenlerini ve çalışan yoksulluğunu kontrol etmeye yönelik politikaların ayrıntılı bir değerlendirilmesini sunuyor. Tartışmaya 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kapitalizmin farklı evrelerinde çalışan yoksulluğunun görünümleri ele alarak başlıyor. Çalışan yoksulluğunun tanımı üzerinde duruyor ve çalışan yoksulluğunu açıklamaya yönelik yaklaşımları özetliyor. Türkiye’de çalışan yoksulluğunun nicel ve nitel görünümleri inceledikten sonra çalışan yoksulluğunu yönetmeye ilişkin politika önerilerini ele alıyor. Günümüzde çalışan yoksulluğuna ilişkin politikaların, onu ortadan kaldırmak değil yönetmek üzerine inşa edildiğini vurguluyor.
Zafer Ganioğlu’nun “Çalışan Yoksulluğu: Mavi Yakalı İşçiler” makalesi, Türkiye’de giderek artan çalışan yoksulluğunun eşitsizlik ve yoksullukla mücadelede yarattığı paradigma sorununu ele alıyor. Ülkemizde mavi yakalı çalışanların yaşam koşullarını resmi veriler ve araştırma verileri ışığında ele alan makalede, çalışanların göreli yoksulluk ölçütleri çerçevesinde tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşam koşullarının gerilediği gözler önüne seriliyor. Bu durumun, yalnızca nüfusun çok büyük bir bölümünü oluşturan çalışanların yoksulluğa mahkum edilmesi anlamına gelmediğini, aynı zamanda yoksulluk döngüsünün kırılmasında eğitim ve istihdamın etkisini zayıflattığını belirtiliyor. Makalenin son bölümünde ise yoksullukla ve eşitsizlikle mücadelede nasıl bir yaklaşım izlenmesi gerektiğine dair öneriler yer alıyor.
“Sosyal yardım sistemlerinin eşitlikçi bir şekilde yeniden düzenlenmesinin elzem”
Fatma Umut Beşpınar, “Yoksulluk ve Kadın” makalesinde nitelikli eğitim olanaklarına ulaşamama, aile içinde karar verme mekanizmalarının dışında kalma, ailede bakım ve ev işlerinin yükünü taşıma, iş gücü piyasasında güvenceli ve iyi gelirli bir işe ulaşamama gibi etkenlerin kadın yoksulluğuna neden olduğunu vurguluyor. Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin son yıllarda arttığını ve kadınların kaynaklara ulaşımı ve istihdamda karşılaştıkları eşitsizlikler ile yoksullukları arasında doğrudan bir ilişki bulunduğunu belirtiyor. Kadınların yaşadığı yoksulluğun çok boyutlu olduğunun altını çizen Beşpınar, kadınların yoksullaşmasını engelleyecek bütüncül sosyal politikalar geliştirilmesinin ve iş gücü piyasası, aile, sosyal güvence ve sosyal yardım sistemlerinin eşitlikçi bir şekilde yeniden düzenlenmesinin elzem olduğunu söylüyor.
Aylin Görgün Baran, “Türkiye’de İşsizlik ve Yoksulluk Sorunu ve Gençlik” makalesinde gençliğin farklı açılardan tanımları, genç işsizliği ve genç yoksulluğu hakkında bilgi veriyor ve alt sınıf ve işçi sınıfı kökenli gençlerin yoksulluk ve işsizlik sorununun belirgin bir biçimde öne planda olduğunu, orta ve üst sınıf gençlerin ise daha iyi eğitim alma, daha iyi iş bulma, daha iyi bir yaşam standardına ulaşma gibi sorunlarının bulunduğunu belirtiyor. Genç işsizliğinde ve yoksulluğunda ebeveynlerin gelir düzeyinin önemli rol oynadığını, yoksul ailelerden gelen ve eğitim olanaklarından yararlanmakta zorlanan gençlerin durumun daha vahim olduğunu belirtiyor. Resmi verilere göre, Türkiye’nin OECD ülkeleri içinde en yüksek genç yoksulluğu oranına sahip ülke olduğunun altını çiziyor.
Kezban Çelik, pandemi döneminde uygulanan kısıtlamalarda öne çıkan bir grubu, 65 yaş üstü nüfusu, ele alıyor. Çelik, “Türkiye’de Yaşlı Yoksulluğu ve Belirleyici Dinamikler” makalesinde, hem küresel düzeyde hem de ülkemizde 65 yaş üstü nüfus oranın yükseldiğini ve yükselmeye devam edeceğini belirten Çelik, Türkiye’de bu grup içinde kadınların oranın daha yüksek olduğunu ve buna bağlı olarak yaşlı kadın yoksulluğunun önemli bir konu olarak öne çıktığını vurguluyor. Yaşlılık öncesi koşullara bağlı olarak derinleşen kadın yoksulluğunun önlenmesini sağlayacak sosyal politikaların geliştirilmesinin önemine işaret ediyor.
Saniye Dedeoğlu, “Türkiye’de Yoksulluk ve Mevsimlik Tarım İşçiliği: Göçmenler, Çocuklar ve Kadınlar” makalesine mevsimlik gezici tarım işçiliğinin Türkiye’de yoksulluğun nasıl yaşandığına ilişkin önemli ipuçları barındırdığını ve mevsimlik gezici tarım işçiliği yapan grupların toplumsal hiyerarşinin en altında yer aldığını belirterek başlıyor. Uzun yıllar mevsimlik tarım işçiliğini öncelikle topraksız köylülerin yaptığını belirten Dedeoğlu, 1990’larda ücretli tarım işçiliğinin kentlere göç eden Kürt aileleri tarafından yapıldığını, son yıllarda ise yabancı göçmen emeğinin sahneye çıktığını, Gürcülerin, Afganların, Azerilerin yanı sıra 2011’den sonra özellikle Suriyeli sığınmacıların tarımsal iş gücü içerisinde giderek daha önemli bir rol oynadığını vurguluyor. Yabancı göçmen emeğinin tarımsal üretime entegre olmasının, yoksullar arası rekabeti artırdığını ve ücretleri aşağı çektiğini ve mevsimlik tarım işçilerinin yaşam ve çalışma standartlarını daha da kötüleştirdiğini belirtiyor.
Göç ve yoksulluk nerede kesişiyor?
Didem Danış, “Göç ve Yoksulluk” makalesinde yaptığı saha araştırmalarından ve bu alandaki literatürden yola çıkarak, “göç ve yoksulluk nerede kesişiyor, bu kesişim dünyadan ve Türkiye’den örneklerle bize neler söylüyor” soruları üzerinde duruyor. Göçün bazı durumlarda yoksullaştırıcı etkisi olabildiği gibi, göç bazı durumlarda da bir yoksulluktan kaçış stratejisi olduğunu belirtiyor. Güney ülkelerinden Kuzey ülkelerine yönelik göçler kadar Güney ülkeleri arasındaki göçlerin de önemli olduğunu, ikisinin de ciddi sosyal ve siyasal sonuçlar doğurduğunu söylüyor.
“Eşitsizlik ve Yoksullukla Mücadele: Yeni Yaklaşımlar, Politikalar, Programlar” bölümünde dört makale yer alıyor. “Yoksulluk ve Yoksullukla Mücadele: Sol Siyaset Strateji için Yeni bir Başlangıç” başlıklı ilk makalede Serdal Bahçe, Türkiye’de yoksullukla mücadele stratejilerinin ortak eksikliğinin yoksulluğun sosyo-ekonomik kökeninin sorgulanmaması olduğunu, bu nedenle, yoksullukla mücadele programlarının yoksulluğun yok edilmesini değil idare edilmesini amaçladığını belirtiyor. Türkiye’nin yoksullarının büyük bir çoğunluğun emekçilerden, geri kalan bölümünün ise emekçileşmeye çok yakın toplumsal gruplardan oluştuğunu, yoksulluğun emek gücünü satan ya da satmak isteyenler için bir tehlike olduğunu, bu anlamda emek mücadelesinden ayrı ve gayrı bir yoksullukla mücadele stratejisinin düşünülemeyeceğini vurguluyor. Türkiye’de yoksulluk ve yoksunluğun asli nedenin reel ücret ve reel çalışma gelirlerinin sermaye gelirlerine göre çok düşük olması olarak tespit eden Bahçe, yoksullukla mücadelenin ücret mücadelesiyle birleştirilmesi gerektiğini savunuyor.
Alparslan Başaran, “Yoksullukla Mücadelede Kurumsal Kapasite” 2011 öncesi ve sonrasında yoksullukla mücadelede nasıl bir kurumsal yapının oluştuğu ve bu mücadeleye ne kadar kaynak ayrıldığı soruları üzerine odaklanıyor. Türkiye’de devletin çeşitli kurumsal yapılar yoluyla yoksullukla mücadele etmeye çalıştığını ve birçok yasal düzenleme yaptığını, fakat 2011 öncesi ve sonrası yoksullukla mücadelede politika hedefleri, kurumsal yapı, kurumsal kapasite ve kamu harcamalarıyla ilgili bir dizi sorunun ve belirsizliğin olduğunu belirtiyor. Sosyal yardımların gelir dağılımını düzeltmediğini, oldukça küçük değişikliklere neden olduğunu belirten Başaran, Türkiye’de mutlak yoksulluğa odaklanmış ve bu sorunu çözmeye çalışan bir kurumsal yapı olduğunu, mutlak yoksullukla mücadele için ciddi bir kamusal harcama yapıldığını ve bu yardımlar yapılmazsa yoksulluğun şiddetinin çok daha yüksek olacağını vurguluyor.
Hakan Ercan, “Büyüme Senaryoları, Yoksulluk Tahminleri ve Politika Önerileri” makalesinde Aile Bakanlığı’nın desteğiyle İtalyanlar ile birlikte yürütülen yoksulluğu azaltma yönünde en iyi senaryoyu bulmayı ve bunun nasıl gerçekleştirilebileceğini göstermeyi amaçlayan bir simülasyon çalışmasının sonuçlarını aktarıyor. Türkiye’de yaşam koşulları anketinin verilerini makro ekonomik bir çerçeveye oturtan çalışma, “Yoksulluğu nasıl azaltıyoruz?”; “Kısa vadede ve uzun vadede en etkili olan politikalar hangileri?”; “Ne yaparsak yapalım kimleri yoksulluktan kurtaramıyoruz?” gibi sorular üzerinde duruyor. Ercan, dokuz farklı senaryonun üretildiği çalışmanın, büyüme, istihdam, işsizlik ve yoksulluk ilişkisi hakkındaki çarpıcı sonuçlarını irdeliyor.
Bu bölümün son makalesinde (Avrupa’da Yeni Sosyal Politika Yaklaşımları) Ayşe İdil Aybars, AB ile Türkiye arasındaki farklılıklara dikkat çekiyor ve AB’de sosyal yatırım yaklaşımı öne çıkarken, Türkiye’de sosyal politikaların aileselleştirildiğinin altını çiziyor. Hak temelli olmaktan çok aile odaklı sosyal politikaların önem kazandığını, bireysel haklar ve özellikle kadınların güçlenmesi ile ilgili sorunların arttığına işaret ediyor.
“Türkiye en ağır dozu ile kapitalizmi yaşıyor”
Genel Değerlendirme bölümü Bilsay Kuruç’un “Yoksulluk ve Eşitsizlik: Makro Ekonomik Çerçeve” makalesi ile başlıyor. Kuruç, Türkiye’nin en ağır dozu ile kapitalizmi yaşadığını, Türkiye’nin kapitalizm dünyasına daha fazla entegre oldukça krizlerin niteliğinin değiştiğini, gitgide oturan bir modelin ortaya çıktığını belirtiyor ve bu modelin bütünleyici parçalarını çarpıcı bir şekilde açıklıyor. İç talep üzerine kurulu ve yeniden sanayileşmenin mümkün olmadığı bu modelde, istihdam artışlarının gitgide hizmetlere yığılmasının ve borçlanmanın artmasının, birbirini tamamladığını vurguluyor. Kuruç, artan kayıt dışılığı, düşük verimlilik artışlarını, işçileşmeyi, anlamsızlaşan sendikasızlaşmayı, artan iş yeri cinayetlerini, ekonomik ve siyasi olarak yavaş yavaş yerine oturan bu modelin bütünleyici parçaları olarak görüyor; gitgide yerine oturan bu modeli, siyaset topluluğunun, başta muhalefet olmak üzere, bütünüyle kabul etmesi halinde siyasette demokrasinin düşünülemeyeceğinin altını çiziyor.
Fikret Şenses, “Yoksulluk ve Eşitsizlik: Sonuç Değerlendirmeleri” başlığı altında kitapta yer alan makalelerin genel bir değerlendirmesini yapıyor, makaleler arasındaki kavramsal ve yöntemsel ilişkileri gösteriyor. Makalelerde öne çıkan bulguların, tespitlerin ve eksikliklerin altını çiziyor ve ilgili literatürdeki yerlerine işaret ediyor. Şenses’in değerlendirmesi kitabın daha da bütünlüklü hale gelmesini sağlıyor, kitapta yer alan makalelerin ve tartışmaların zenginliğini ve derinliğini gösteriyor, bu alanda yapılacak yeni çalışmalara yol gösterecek önerilerde bulunuyor.
Eşitsizlik ve yoksulluk üzerine daha fazla çalışma yapılması dileğiyle, okuyucusu bol olsun.
Kaynak: T24.com.tr