Lozan Antlaşması, Cumhuriyetimizin kuruluş temellerini atan en kıymetli onur belgesidir. Mustafa Kemal Atatürk’ün de vurguladığı gibi, bu antlaşma “Türk ulusuna karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme girişiminin yıkılışını” müjdeler. Lozan’la birlikte, Türkiye Cumhuriyeti resmî olarak İtilaf Devletleri tarafından tanınmış; Sevr geçersiz kılınmış, kapitülasyonlar tamamen kaldırılmıştır. Anadolu ve Rumeli Türkleri, “devletsiz kalma” tehdidini geri püskürtmüş; bağımsızlık mücadelesinin zaferle sonuçlandığını dünyaya ilan etmişlerdir.
Lozan’ın sağladığı kazanımlar, yalnızca diplomatik bir başarıdan ibaret değildir. Türkiye’nin verdiği onurlu mücadele, özgürlük ve bağımsızlık arayışındaki pek çok ulusa ilham kaynağı olmuş; Rum ve Ermeni azınlıklarının ileri sürdüğü toprak ve azınlık talepleri hukukî zeminde çürütülmüştür. Böylece Lozan, vatan tapusu niteliği kazanarak Cumhuriyet’in temel kimliğini şekillendirmiştir.
Ne var ki bugün, siyasi gündemde Lozan ve 1924 Anayasası’nın kurucu ilkelerini hedef alan tartışmalar yükselmektedir. Bazı siyasi temsilciler, “Kürtlerin ve Türklerin eşit kurucu unsur olduğu yeni bir devlet” önerisiyle üniter yapıyı sarsmaya çalışmakta; bölgesel özerklik ve demokratik konfederalizm gibi kavramları tarihi ve sosyolojik gerçeklerle bağdaşmayacak biçimde savunmaktadır. Buna ek olarak, üniter devleti zayıflatma niyeti taşıyan bu girişimlere karşı, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı gözetilmeksizin vatandaşlık itibarıyla Türk denilir” tespiti bilinçli olarak görmezden gelinmektedir.
Uluslararası cephede de benzer gaflet örnekleri görülmektedir. ABD Ankara Büyükelçisi, “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında Osmanlı millet sistemini yeniden önermek suretiyle, hem Cumhuriyet’in laik hukuk düzenini hem de milletin ‘aynı vatandaşlık etrafında birleşen topluluk’ anlayışını çarpıtmıştır. Oysa Osmanlı’daki “millet” tanımı, dinî cemaatleri anlatırken, günümüzde Cumhuriyet’te “Türk” kavramı, tüm vatandaşlarımızı eşit hak ve yükümlülükler temelinde buluşturan bir kimliktir.
Biz Sosyal Demokrasi Derneği olarak şunu vurguluyoruz: Ulusumuzun gerçek gereksinimi üretim ekonomisiyle refahın artırılması, iş ve aş güvencesi, gelir dağılımında adalet ve fırsat eşitliğidir. Hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını ve kuvvetler ayrılığını; laik, bilimsel eğitim ve toplumcu kamucu sağlık hizmetlerini insan haklarının ayrılmaz parçaları kabul ediyoruz. Onurlu, barışçı ve bağımsız bir dış politika anlayışı ise hem milli çıkarlarımızı korur hem de komşularla iş birliğini güçlendirir.
Tüm bu ilke ve değerler ışığında, Lozan Antlaşması’ndan güç alan 1924 Anayasası’nın ilk üç maddesiyle 66. ve 42. maddelerindeki “tek dil, tek millet” tanımlarının tartışmaya açılmasını kabul edilemez buluyoruz. Bu maddeler, ulusal birlikteliğin ve sosyal demokrasinin kırmızı çizgilerini oluşturur. Lozan’ı ve Cumhuriyet’in temel niteliklerini hedef alan her girişim, gaflet, delalet ve hatta hıyanet safhasına düşmektir.
Yaşasın Sosyal Demokrasi!
Yaşasın Lozan Antlaşması!
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!
Sosyal Demokrasi Derneği