Hamas’ın, İsrail’in güneyinde yaklaşık 1200 sivilin ölümü ve çeşitli milliyetlerden 170 kişinin rehin alınmasıyla sonuçlanan trajedik saldırısından sonra, İsrail Yom Kippur Savaşı’ndan beri ilk defa topyekûn savaş ilan etti. İsrail güvenlik bürokrasisi, 1973’ten sonra en fazla insan ölümüyle sonuçlanan bu saldırı karşısında saldırıyı öngörme ve engellemede başarısız ve yetersiz kaldığını bugünlerde itiraf ediyor.
Popülist Netanyahu hükümetinin istifasını isteyen protestoların yoğunlaştığı bir dönemde meydana gelen saldırı sonrası, İsrail vatandaşlarının kıymete değer bir bölümü, Netanyahu hükümetinin halkın güvenliğini dahi sağlayamadığını dile getirdi. Buna rağmen Netenyahu’ya olan kamuoyu desteği artıyor.
Bugün İsrail’in yürüttüğü savaş, Bush’un uyguladığı Terörizmle Küresel Savaş doktrininin bölgesel versiyonu olarak görülebilir. İsrail, İran ile olan jeopolitik rekabetini merkeze koyarak, Hamas’a karşı yürüttüğü savaşı bölgeye yaymaya çalışıyor. Henüz İsrail ile İran arasında yıkıcı bir çatışmadan kaçılmış olsa da, hem Hamas’ın saldırıları hem de İsrail’in kuralsız ve uluslararası hukuku hiçe sayan savaş yöntemleri bölgesel çatışmaları tetikliyor ve uluslararası kurallara dayalı liberal düzene zarar veriyor. Ayrıca, hem Hamas’ın hem de Netanyahu hükümetinin iki devletli çözüme karşı çıkması, savaşın bitmesini ve masada anlaşma sağlanmasını zorlaştırıyor. Bir yılı dolduracak olan çatışmalar sadece Ortadoğu’yu değil, başta Batı olmak üzere tüm dünya kamuoyunun tepkisini çekiyor. ABD ve Avrupa’da üniversitelerden başlayan, sonrasında genele yayılan protestolar organize edildi. Bu protestoların bir sonucu olarak, Batı’da hem İslamofobi hem de antisemitizm yükselişe geçti. Batı’nın Ukrayna’da gösterdiği hassasiyeti Gazze’de göstermediğini düşünen Batı dışındaki dünya, Batı değerlerini daha az samimi bulmaya ve sorgulamaya başladı.
Güney Afrika’nın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde İsrail’i soykırım ile suçlayan davasına Avrupalı devletlerden yalnızca İspanya ve Türkiye davaya dahil olmak için resmî başvuruda bulundu. Resmî başvuruda bulunma niyetini belirten Belçika ve İrlanda’nın yanı sıra Norveç’in, İsrail’deki elçilerinin diplomatik statülerinin iptal edilmesine neden olan Filistin’e yardımları ise dikkat çekiyor. Güney Afrika’nın açtığı davadan çıkacak sonuç, davaya katılacak olan Avrupalı devlet sayısı, kuşkusuz ki Küresel Güney’de büyük bir prestij kaybı yaşayan Batı’nın imajını onarmasına katkıda bulunacaktır.
Hamas’ın vahşi saldırısı ve akabindeki İsrail’in yürüttüğü savaş, dünya solunda da bir bölünme yarattı. ABD’de Demokrat Parti’ye ve Harris’in adaylığına, Filistin meselesinde yeterince sert bir tavır takınmadıkları sebebiyle eleştiriler yöneltiliyor. Avrupa sosyal demokratları ise, hem Filistin meselesinin Avrupa’daki Müslüman göçmenlerle özdeşleştirilmesi ve bununla birlikte sayısı artan ve kısa zamanda Avrupa’ya yayılması beklenen mülteci karşıtı şiddet içeren gösterilerin artması sebebiyle hem de ABD’nin İsrail politikasını karşısına alan bir politika benimseyip uygulayabilecek bir kapasiteden yoksun olmalarından dolayı, İsrail-Hamas savaşına dair sahada ateşkese ve barış görüşmelerine yol açacak herhangi bir girişimde bulunmakta zorlanıyorlar.
Bu yazıda, İngiltere İşçi Partisi’nin, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin ve Fransa’daki Sosyalist Parti’nin İsrail-Hamas savaşındaki tutumlarını inceleyip Avrupalı sosyal demokratların savaşta oynadığı rolü, tutumlarını, düşüncelerini ve gelecek beklentilerini açıklayarak, bölgeye yayılan ve dünyayı etkileyen İsrail-Hamas savaşının çözümünde nasıl bir rol oynayabileceklerini tartışacağım.
Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), İsrail-Hamas savaşında, özellikle tarihsel sebeplerden dolayı dengeli bir yaklaşım sergilemeye çalışıyor. Almanya’nın geçmiştengelen tarihi yükümlülükleri ve İsrail’in güvenliği konusundaki duyarlılığı nedeniyle SPD, İsrail’e güçlü bir destek veriyor. Bu destek, Almanya’nın İsrail’in varoluşunu ve güvenliğini bir “raison d’état” olarak tanımlamasıyla da görülmektedir. SPD’li Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, İsrail’in kendini savunmahakkını desteklerken, Gazze’de devam eden askeri operasyonların insani etkileri konusunda endişelerini dile getirdi. Baerbock, İsrail’in Hamas’a karşı askeri müdahalesinin anlaşılır olduğunu ancak sivillerin korunması gerektiğini vurguladı. Bu bağlamda, Baerbock, Gazze’de bir “insani felaketin” önlenmesi gerektiğini belirterek, “Gazze’den tahliye, işgal veya Gazze’nin toprak bütünlüğünün ihlal edilmesi” gibi senaryolara karşı olduğunu ifade etti. SPD, çatışmanın insani sonuçlarını hafifletmek amacıyla “insani molalar” verilmesini savunurken, doğrudan bir ateşkes çağrısı yapmaması dikkat çekici. SPD’li politikacılar, İsrail’in Hamas’ı zayıflatması gerektiğini düşünmekle birlikte, bu sürecin insani değerlerle dengelenmesi gerektiğini belirtiyor. SPD ayrıca uzun vadede kalıcı bir çözüm olarak iki devletli çözümü destekliyor ve bu çözümün İsrailliler ve Filistinliler için sürdürülebilir barış ve güvenliği sağlayabilecek tek model olduğunu savunuyor.
Fransa’da ise, solu en çok bölen konuların başında İsrail-Hamas savaşı geliyor. Parti Socialiste, kendisini Jean-Luc Mélenchon liderliğindeki radikal sol parti La France Insoumise’den (LFI) ayırıyor. Parti Socialiste, Hamas’ı bir terör örgütü olarak görüyor ve tüm şiddet eylemlerini lanetliyor. LFI, özellikle Hamas’ı bir terör örgütü olarak tanımlamayı reddetmesi ve İsrail ile Hamas’ı eşdeğer görmesiyle Fransız merkez solundan ayrılıyor. Bu durum, sol ittifak olan Nouvelle Union Populaire Écologique et Sociale (NUPES) içinde ciddi tartışmalara yol açtı. Fransız Sosyalist Partisi, iki devletli çözümü İsrail ve Filistin arasındaki çatışmanın uzun vadeli çözümü olarak görüyor. PS, bu çözümün her iki tarafın da güvenliğini ve egemenliğini sağlayabilecek tek yol olduğunu savunuyor. Bu çerçevede, İsrail’in güvenliği garanti altına alınırken, Filistinlilere de bağımsız bir devlet kurma hakkı tanınması öngörülüyor. Ayrıca PS, Filistin topraklarındaki yaşam koşullarının iyileştirilmesi, işsizliğin azaltılması ve altyapının geliştirilmesi gibi adımların atılması gerektiğini belirtiyor. Bu tür önlemlerin radikalizmin ve şiddetin kök nedenlerini ortadan kaldırmaya yardımcı olacağını düşünüyor.
İngiltere’nin İşçi Partisi ise, İsrail’in Hamas’a karşı kendin isavunma hakkını desteklerken, bu savunmanın uluslararası hukuk çerçevesinde ve sivil kayıpların en aza indirilmesiyle yapılması gerektiğini savunuyor. Starmer, Gazze’deki insani duruma da dikkat çekerek, bu bölgedeki insanların temel ihtiyaçlarına erişimin sağlanması gerektiğini belirtiyor. Bu kapsamda, insani yardım koridorlarının açılması ve uluslararası yardımların hızlı ve güvenli bir şekilde ulaştırılması gerektiğini savunuyor. Parti, kesin çözüm olarak iki devletli çözümü destekliyor ve Filistin’in bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi gerektiğini savunuyor. Ancak Starmer ve parti liderliği, bu çözümün gerçekleşmesi için Hamas’ın yenilmesi ve İsrail’in güvenliğinin garanti altına alınması gerektiğini ifade ediyor. Bu konuda İngiliz İşçi Partisi, diğer sosyal demokrat partilerden ayrılıyor. David Lammy (Gölge Dışişleri Bakanı) ateşkes ve müzakereler hakkında “Gazze’deki insani durumu iyileştirmek için bir ateşkes sağlanmalı ve bu ateşkes kalıcı olmalıdır. Ancak, tek taraflı talepler ve Hamas terörizmini kınamayan yaklaşımlar başarılı olmayacaktır.” açıklamasını yaptı.
Bu açıklamaları doğru okumak için, İsrail-Hamas savaşının Avrupa iç politikasına nasıl yansıdığını ve iki tarafı destekleyen kesimlerin motivasyonlarını da anlamak gerekiyor. Avrupa’daki İslamofobi ve göçmen karşıtlığı, dış politikada kayıtsız şartsızbir İsrail savunmasına dönüştü. Hollanda’nın aşırı sağ parti lideri Geert Wilders sadece müslümanlarla savaştığı için İsrail’i desteklediğini açıkça belirtiyor. Diğer taraftan, Filistin’i savunmak ise woke’u savunmak, düzensiz göçü savunmak, aşırılığı savunmakmış gibi bir algının da yaratıldığını söylemek mümkün. Bunların ışığında, İsrail-Hamas savaşının, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde hem bir iç krize hem de çatışmaya yol açması muhtemel. Partiler bunun farkında olduğu için, olabildiğince herhangi bir tarafı kışkırtmadan, orta yolcu olmaya çalışıyorlar. Ancak bu ne kadar sürdürülebilir olduğu tartışılır. Her üç partinin de partisinin Filistin politikasından memnun olmayan merkez sol seçmen, aşırı sola meyil ediyor. Diğer yandan, merkez sağı İsrail’i yeterince desteklemediği için aşırı sağa meyillenen, İsrail-Hamas savaşını bir medeniyetler çatışması, kimlikler savaşı olarak gören motivasyonu İslamofobi ve göçmen karşıtlığı olan bir kesim de bulunuyor. İnsanları aşırılığa itmeyecek, merkezde tutacak yegâne tutum da İsrail-Hamas savaşını bir medeniyetler çatışmasının yansıması olarak görmek, yorumlamak değil, sırtını uluslararası hukuka vekurallara dayalı düzene yaslayan bir 3. yol yaratmaktır.
Sonuç olarak, İsrail-Hamas savaşı sadece bölgeyi değil, uluslararası politikayı şekillendirmeye ve etkilemeye devam ediyor. Avrupa’nın öncü sosyal demokrat partileri, krize yönelik daha cesur adımlar atmalı. Bu adımları atarken, iç politikada kutuplaşmayı artıracak, çeşitli farklı kesimleri karşı karşıya getirecek ve şiddeti körükleyecek açıklamalardan uzak durmak daha akıllıca olabilir. Bu da ancak, İsrail-Hamas savaşı konusunda farklı toplumsal kesimlerin temsilcileriyle birlikte çalışarak başarılabilir. Bunun için de sosyal demokratların siyasi kutuplaşması aşarak, olabildiğince kapsayıcı olmaları gerekiyor.